28 Ekim 2024 Pazartesi

Ömer Faruk Korkmaz ile Halis Bayancuk’un “Allah nerededir” konulu münazarası hakkında


Ömer Faruk Korkmaz ile Ebu Hanzala olarak tanının Halis Bayancuk Mihenk TV televisyon ekranlarında bir münazara için buluştular. Konu selefilerin ve kelamcıların bakışı ile Allah nerededir sorusunun cevabı idi. Tasavvufçu olarak bilinen Ömer Faruk Korkmaz "Allah göklerdedir" diyen selefilere reddiyede bulununca, selefi olarak bilinen Ebu Hanzala ile aralarında bu münazaraya meydana geldi. Mihenk TV de tasavvuf çizgisine yakın bir çizgide durmasına rağmen programın sunucuları tamamen tarafsız bir moderasyon gerçekleştirdiler. 

Paylaş:

10 Ekim 2024 Perşembe

Arap Baharı Tabutuna Çakılan Son Çivi

Bilindiği gibi Arap baharının beş temel cephesi vardı: 

Tunus: Arap baharı isyanları ilk olarak Tunus'ta başladı. Yasemin devrimi ile halk başarıya ulaştı, diktatör Zeynel Abidin Bin Ali devrildi ve bir halk yönetimi başa geçti. En-Nahda hareketi Tunus'un başat siyasi aktörü haline geldi. Fakat 2021'de Cumhurbaşkanı Kays Said'in bir hukuk darbesi ile karşı devrim başarılı oldu ve tekrar kişi diktatörlüğüne geri dönüldü.

Mısır: 25 Ocak Devrimi 2011'de başarıya ulaştı ve diktatör koltuğunda oturan devlet başkanı Hüsnü Mübarek devrildi. Seçimler yapıldı ve Muhammed Mursi liderliğinde İhvan-ı Müslimin seçimleri kazandı. Ancak 2013'te general Sisi askeri bir darbe ile halk yönetimini devirdi ve yeniden askeri cunta rejimi kuruldu.

Libya: 17 Şubat Devrimi 2011'de diktatör Muammer Kaddafinin devrilmesi ile sonuçlandı. Libya devrimine hem AB ülkeleri hem de ABD aktif destek sağladı. ABD Libyada Kaddafinin devrimcileri bombardıman etmesini önlemek için Kaddafiye karşı uçuşa yasak bölge ilan etti. AB ülkeleri ise devrimcilere hava gücü ile yardım ettiler. Libyada bir halk meclisi ve hükümeti kuruldu. Fakat 11 Eylül 2012 tarihinde Libya halkı Hz. Muhammed karikatürlerinden dolayı yaptıkları protesto gösterilerinde ABD büyükelçisi linç edilerek öldürüldü. Bu olaydan sonra ABD ve AB ülkeleri müslüman Arap halklarına yardım etmeyi ve demokrasi getirmeyi bıraktılar. Böylece Libya Batılı ülkelerin domine ettiği iç savaşta hızla parçalandı.

Suriye: Suriye devrimi geç başladı. Fakat Suriye rejimini diğer ülke rejimlerinden ayıran bir gerçek var. Rejim şiddet sarmalına girince çözülmüyor. Örneğin Mısırda rejim güçlerinin halka karşı şiddet uygulaması bir süre sonra rejimin çözülmesine ve ordunun taraf değiştirmesine sebep oldu. Aynı senaryo Tunusta ve Libyada da oldu. Fakat Suriye'de rejim çözülmüyor. Sadece sivil protestoların sürdüğü ilk 6 ayda 10 bine yakın sivil insan rejim güçlerinin silahlı saldırıları ile öldüğü halde rejimin ve ordunun çözülmesi mümkün görünmüyordu. Bu yüzden muhalefet silahlandı ve iç savaşa döndü. Mayıs 2013'te rejimi ayakta tutmak için Şii grupları devreye girdi. 30 Eylül 2015'te de Rusya Esed lehine müdahil oldu. ABD de bundan 11 gün sonra 10 Ekim 2015'te SDG'yi kurup IŞİD'e operasyon yapmaya başladı. Esed'e karşı değil, onunla savaşan IŞİD'e karşı... Neticede bütün bu yardımları alan Esed devrilmedi ve iç savaş hala devam ediyor.

Yemen: 2011'de Yemen'de 11 Şubat Devrimi 33 yıllık diktatör Abdullah Salih'in devrilmesi ile sonuçlandı. Abdullah Salih solcu/laik ama köken olarak Şii/Zeydi'dir. Onun devrilmesinden sonra bir halk iktidarı kuruldu. 2014'te ise İran destekli Husi grubu ayaklanıp başkent Sanaa'yı ele geçirdi. Husiler şii bir grup olmakla birlikte Zeydiliği terkedip Caferiliğe geçmiş İrancı bir gruptur. 2015'te Suudi Arabistan liderliğinde kurulan bir askeri koalisyon Yemen'e operasyon başlattı ve iç savaş hala devam etse de Husiler iktidarı ellerinde tutmayı başarmıştır.

Bir de Bahreyn var. Bahreyn'deki devrime de İnci devrimi adı verilmiştir. Aslında Bahreyn devrimi Bahreyn'de yaşayan Şii nüfusunun İranın kışkırtması ve ayaklanması ile ortaya çıktı. Suriye devriminin ilk günlerinde İrancılar Bahreyn devrimini Suriye devrimine karşı Şiiliği konsolide etmek için kullandılar. Fakat Suudi Arabistan'ın askeri müdahalesi sonrası Bahreyn devrimi olumsuz sonuçlandı.

***

Genel değerlendirme;

Arap baharı Tunus'ta (Aralık 2010) başlamış olup yine Tunus'ta cumhurbaşkanı Kays Said'in gerici darbesi (Temmuz 2021) ile son buldu. Geçtiğimiz Pazar (6 Eylül 2024) Tunus'ta cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı. Tüm muhalifleri ve rakiplerini tutuklayarak ve hapsederek baskı uygulayan cumhurbaşkanı Kays Said %90+ oy alarak kendi diktatörlüğünü perçinlemiş ve böylece Arap baharının tabutuna son çivi çakılmıştır.

Arap baharı Arap rejimlerin sebep olduğu insan hakları ihlalleri, kötü yönetim, adaletsiz ekonomik dağılım, yaygın yolsuzluk vb. gibi olumsuz şartlara karşı Arap halklarının bir tepkisi olarak meydana geldi. Sosyal medyada organize olan Arap gençler demokratik toplumlarda olduğu gibi insanca yaşamak istiyor. İsyanlar Arap dünyasındaki farklı ülkelere sıçradı. Tunus, Mısır, Libya ve Yemen'de başarıya ulaştı. Fakat hem yerel diktatörlerin hem de emperyalizmin dokunuşuyla başarıya ulaşmış tüm bu devrimler birer karşı devrim ile bastırıldı. Başarıya ulaşamayanlar da zaten emperyalizmin ve yerel diktatörlerin engellemelerinin sonucu olarak başarıya ulaşamamıştır. Arap devrimlerine kimse sahip çıkmamış, bilakis herkes karşı çıkmıştır. Bölgede Türkiye ve Katar dışında hiç kimse de Arap devrimlerini desteklememiştir. Bunların desteği de malesef iç ve dış baskılar nedeniyle sınırlı olmuştur.

Sizce ABD ve Avrupa ülkeleri Mısır halk devrimini mi destekledi, yoksa Mısır karşı-devrimi olan askeri darbeyi mi? ABD Rabia meydanı devrimini değil, Sisi'yi destekledi. Hala da Sisi'ye her sene finans ve askeri yardımda bulunuyor. Haberleri aratın görürsünüz.

Arap baharına karşı çıkanların başında da Suudi Arabistan geliyor. Suud devrimlerin ters yüz edilmesi için bütün kaynaklarını seferber etti. Suud basını ve aydınları hala Arap baharını karalayan yazılar yazıyorlar. İnanmıyorsanız Al-Awsat Türkçe sitesine bakın. 2011'de Tunus'ta devrilen diktatör Zeynel Abidin bin Ali soluğu Suudi Arabistan'da aldı. Suudi Arabistan Bahreyn'de devrime askeri müdahale ile son verdi. Yemen'e de aynı saikle askeri operasyon yaptı. Libya'da seçilmiş hükümete karşı General Hafter'in yanında yer aldı. Mısır'da darbe yapan general Sisi'yi, Tunus'ta da yayınladığı kararnamelerle anayasal düzeni, anayasa mahkemesini, meclisi ve hükümeti lağveden cumhurbaşkanı Kays Said'i ciddi bir şekilde fonladı. Kays Said'i ABD ve başta Fransa olmak üzere AB ülkeleri de destekliyor. Suudi Arabistan Suriye devriminde de samimiyetsiz davrandı.

İran olayın sadece mezhebi boyutunda kaldı. Sadece Şii devrimleri ve karşı devrimleri destekledi. Hamas hariç şii olmayan hiçbir hareketi desteklemedi. Hamas'ı destekledi çünkü Hamas da Gazze'de İran'a bağlı bir grup olan İslami cihad hareketinin teşkilatlanmasına izin verdi. Yani İran'ın bu sayede Gazze'de bir yatırımı oldu: İslami Cihad. Bunun dışında İran örneğin Tunus'ta en-Nahda'yı ve Mısır'da İhvan-ı Müslimin'i desteklememiştir. Tunus'ta hukuk darbesi yapan Kays Said Reisi'nin ölümünde İran'ı ziyaret etmiş ve iki ülke arasında vize muafiyeti sağlanmıştır. İran bunları İran devrimine sıcak bakan Raşid el-Gannuşi'nin partisi olan en-Nahda iktidarında yapmamıştır.

Bir çok kişi Arap baharının proje olduğunu iddia eder. Aslında proje olan Arap baharındaki devrimlerin gerici karşı devrimlerle bastırılmasıdır.



Paylaş:

29 Eylül 2024 Pazar

Şiiler yaparsa mezhepçilik olmaz (!), Sünniler yaparsa mezhepçilik olur

 90'lı yıllarda Ahmet Ağırakça yönetiminde Değişim Dergisi çıkarılırken benim de küçük bir reklam ajansım vardı. Bir dönem derginin dizgi, mizanpaj ve kapağını yapıyordum. 

Bir gün Ahmet hoca derginin kapağına "Elhamdulillah biz de Sünniyiz" mealinde bir manşet attı. Tabi çok tepki aldı ve mezhepçilik yapmakla suçlandı. Hoca da şöyle savundu kendini: 

"Yahu işte filan Şii/İrancı dergilerin hemen her sayısında Şiilikleri ile övünüyorlar, onlar mezhepçi olmuyorlar da biz kendi mezhebimizi severken niye mezhepçi oluyoruz?" 

İşin nirengi noktası burası.

İrancılık ve hattı imam öğretisinin ünlü ideologlarından Kelim Sıddıki İslam Devriminin Aşamaları isimli kitabında Sünni imamların referanslarını kullanan İhvan düşünürlerini ve Hasan El-Benna'yı "mezhepçiliği aşamamakla" eleştirirken, kitaplarında mezhepçiliğin ve Şiiciliğin mebzul derecede yer aldığı Ali Şeriati, Mutahhari, İmam Humeyni, Hamaney vd. için tek bir laf etmez. Aynı eleştiriler Atasoy Müftüoğlu de geçerli.

Şiiler mezhepçi bir hareket yaparsa bu mezhepçi olarak algılanmıyor ama Sünniler yaparsa bu mezhepçiliktir, tefrikadır, dini bölmedir, falandır filandır. Mesela Şiiler Alevi/Nusayri kökenli Beşşar Esad'ı Sünni halka karşı savundukları zaman bu mezhepçi bir yaklaşım değildi. Dünyanın dört bir yanından Şii milisleri gelip Suriye'de Sünni halkına karşı savaştı. Bu mezhepçilik değildir (!) ama Suriyelilerin İdliplilerin kendilerine ölüm kusan Nasrullah'tan nefret etmeleri mezhepçiliktir (!). 

Şimdi kritik soru şu: Örneğin ABD el-Kaide veya başka bir Sünni örgütün elemanlarını öldürdüğü zaman buna üzülen, "yahu şimdilik mezhep ayrılığını bir kenara bırakalım" diyen bir Şii var mıdır? Mesela Eymen Zevahiri son derece makul bir adamdı. ABD onu füze ile vurup öldürürken arkasından rahmet okuyan bir Şii veya İrancı olmuş mudur?



Paylaş:

28 Eylül 2024 Cumartesi

İsrail'in Nasrallah suikasti

İsrail'in dünkü Beyrut saldırında Nasrullah'ın öldürüldüğü açıklandı. Suriye'de Müslümanlara karşı suç dosyası oldukça kabarıktı, Allah günahlarını affetsin. "Biz destek vermeseydik Esed bir gün yerinde duramazdı" demişti. 

İsrail/ABD Hizbullah'a karşı ciddi bir zafer kazandı. Bu son operasyon ile üst düzey yönetim kadrosundakilerinin tamamını öldürmüş oldu. İran/Şia bunun için İsrail'den intikam almak isteyebilirler ama bir direniş zeminleri yok. İran'ın İsrail'i doğrudan veya dolaylı hedef alması onun hakimiyet alanı kazandığı bölgelerden de çıkarılması ile sonuçlanabilir. Muhtemelen bunun ilk ayağı olarak Hizbullah'ı Lübnan'dan tamamen tasfiye edecekler. Suriye'den ciddi bir direniş beklemiyorum, olsa bile Esed bunun bir parçası olmayacak. 

Bugünkü tablo büyük oranda Nasrullah'ın eseridir. Çünkü 2006 savaşından hemen sonra hedefini İsrail'den Sünnilere çevirmişti. 2007-2008'de ABD karşıtı Sünni grupları hedef aldığı konuşmalarını unutmadım. Hatta onunla ilgili eleştiri yazılarım da internette duruyordur. Daha sonra Suriye devrimi geldi ve Nasrullah gücünün tümünü Sünnilere (kendi deyimi ile tekfircilere) karşı kullandı.

Güney Lübnan'da İsrail'e karşı bir denge oluşturduklarını düşünüyorlardı. Düşük yoğunluklu roket saldırısı, bir iki asker rehine ele geçirip asimetrik rehine takası yapmak mutat hale gelmişti. Böylece tüm gücünü Sünni dünyaya yöneltebildi. Hem Suriye hem Lübnan Hizbullah'ın pençesindeydi. Ancak Sünnilerle savaş daha rafine yöntemleri terk etmelerini ve daha kaba mücadele yöntemlerini benimsemelerine sebep oldu. Bombalamak, top atışına tutmak yeterli. Derin bir istihbarat gerekmiyor. Bütün bu yıllar boyunca İsrail/ABD'ye karşı gardını düşürdü. İçine ne kadar ajan sızdığını Allah bilir. İran da öyle.  Son 10-15 yıldır Suriye'de Sünnilere karşı yürüttüğü savaş açık bir şekilde Hizbullah'ı geriletti. Şimdi İsrail/ABD bunları keklik gibi avlıyor, kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyor.

İdlip'de Suriye'de insanlar bu saldırıları kutluyormuş. Ben buna sevinemem. Ama buna sevinenlerin de yeterince haklı gerekçeleri olduğu için onları yargılayamam. Umarım bu, Müslümanlar için bir ders olur diyeceğim ama olmayacağını da biliyorum. Çünkü herkes kaldığı yerden devam edecektir.

Bir kez daha Nasrullah'a ve ölenlere Allahtan rahmet, Lübnan halkına da başsağlığı dilerim.



Paylaş:

27 Eylül 2024 Cuma

Fesli Kadir, Buhari ve cinler, DAEŞ ve ABD/İsrail/İngiltere

Facebook'ta değerli bir arkadaşımız Fesli Kadir (Mısıroğlu) Buhari'nin hadisleri cinlere teyit ettirdiğini söylediği sözünü aktarıyor ve bu da DAEŞ gibi tahrif edilmiş hadislere dayandırılan bir ABD/İsrail/İngiltere projesi değil mi? diye soruyor. 

Sayfasında yazdığım cevabı bloguma da aktarayım ki belki istifade eden olur. Yukarıdaki sorudan çıkan soruları tek tek ele alacak olursa bu konudaki görüşlerim şöyledir:

1) Fesli Kadir'in Buhari'nin hadisleri cinlere teyit ettirdiği iddiası.

Kadir Mısıroğlu'nun bu iddiasını bilmiyorum ve teyit etmeden yargıda bulunamam. Fakat şurası var ki Fesli abimiz bu tür iddialarda bulunabilir. Aslında bu Fesli Kadir'e özgü bir düşünce biçimi değil. Bizim dünyamızda bu şekilde ifade eden çok insan var. Çünkü bu düşünce biçimi geleneksel İslami metodolojiye dayanmadığı gibi modern İslamcı düşünce metodolojisine de hiçbir şekilde uymaz. Yani bu düşüncenin İslami bakımdan bir değeri yoktur. Cinler görse teyit etse ne olacak ki? Kuran'a göre cinler insanlar gibi mükellef bir topluluktur ve yalan söyleyebilirler. Ayrıca Kuran cinlerin gaybı bilmedikleri halde bunu bildiklerini iddia etmeleri konusunda onları yalanlar. 

Diğer yandan Kadir Mısıroğlu'nun söylediği iddia edilen bu sözde bir hadis durumu da yoktur. Yani kaynağı bu şekilde gelen bir hadis mevcut değildir. Böyle gelen sözler olsa da İslam ve hadis alimlerinin buna itibar etmeleri söz konusu değildir. Buhari'nin hayatını okuyun. Kendisi Türk asıllı büyük bir İslam alimi ve düşünürüdür. Hadisleri aktarma konusunda döneminde varolan yöntemleri sentezleyip kendisi de bunu geliştirerek ciddi bir metodoloji ortaya koymuştur. Buhari hadisleri toplarken cinler gibi metafizik unsurlara değil, sözün hangi zincirden aktarıldığını araştırmış, zincirde geçen tüm kişilerin yaşamlarını incelemiş ve bunları kayda almıştır. 

Sonuç olarak bu söz üzerinden hadisleri ve hadis metodolojisini hedef almak hem doğru değildir hem de haksızlıktır.

2) Fesli Kadir ABD/İsrail/İngiltere projesi mi?

Fesli Kadir tabi ki bir ABD/İsrail/İngiltere projesi değildir. Bilhassa Osmanlı döneminde onun prototipine uyan birçok insan var. O kadar hurafeci bir kesim var ki, Kadir abi tipik olarak bunlardan biridir sadece. Diğer yandan Kadir'in ABD/İsrail/İngiltere'i kötüleyen birçok ifadesi ve eseri vardır. Ciddi bir Yahudi düşmanıdır. Filistin ve Siyonizm konusunda da birçok doğru tespiti vardır. 

3) DAEŞ bir ABD/İsrail/İngiltere projesi mi? 

İnsanlar hoşlarına gitmeyen kişileri veya örgütleri hemen baş düşmanlarına izafe ederler. "Kadir saçmalıyordur o zaman onu ABD/İsrail/İngiltere projelendirmiştir". Kılıçdaroğlu'na kızanlara göre "o zaten Fetöcüdür". Atatürkü sevmeyenlere göre de "o bir İngiliz ajanıdır". Kemalistlere göre de "Şeyh Sait İngiliz ajanıdır". Çoğu kişiye göre de "DAEŞ'i Kaideyi zaten ABD kurdu". Ee 11 Eylül'ü de ABD yaptı, liste uzar gider...

Ama yok öyle bir şey, bunların hepsi safsata. 

Dünya çok büyük bir pazar ve pazarda envai çeşit güçler ve düzenler var. Herşeyi pazarın iki tröstü arasında paylaşmak tam bir saçmalık. Onlar tanrı değiller ve herşeyi de onlar yaratmıyor. Bazılarını maniple edebilir ve kullanabilir ama onların herkesi ve her kurumu kurguladıklarını düşünmek şirk gibi bir şeydir. Tanrı mı bunlar? Şehri ne kadar mükemmel tasarlarsan tasarla, şehrin altındaki fareleri tasarlayamazsın. Onları öldürebilirsin ama tasarlayamazsın, kimse tasarlayamaz. Burada fare benzetmesinden bir mana çıkarılmasın. Hayır, en küçük aktörlerin bile kendi iradeleri ve hesapları vardır. 

4) DAEŞ hadislere dayanan bir örgüt mü?

El-Kaide DAEŞ veya Taliban ve bunların Suriye'deki Tahrişşam (HTŞ) ve en-Nusra gibi versiyonları ve Afrika'daki birçok türevleri birbirine benzeyen yapılardır. Bunlar Kuran'ı, Sünnet'i (hadisleri), Selefi Salihini ve eski ulema içtihatlarını esas alırlar. Bunlara hadisçi demek de doğru değildir. Kitaplarında ve vaazlarında kullandıkları ayetler daha fazladır. Ama en çok eski ulema yorumlarını kullanırlar.

Keşke hadisçi olsalar

Bakın Hz. Ali Nehrevan'a gelince Haricilerle karşılaşıyor. Onlarla görüşmesi için elçi olarak Abdullah İbn Abbas'ı gönderir ve ona şöyle der: Onlarla tartışırken Kuran değil Hadis referanslarını kullan. Çünkü Kuran daha mücmel beyanlar içerir. Bu yüzden ayetlerin sağa sola bükülmeleri daha kolaydır. Halbuki hadisler zaten Kuran ayetlerini açıklamak içindir. 

5) DAEŞ nasıl kuruldu?

DAEŞ'i ABD/İsrail/İngiltere kurdu demek ciddi bir indirgeme ve basite alma olayıdır. Evet kuruluşunda ABD'nin rolü var. Ama olumsuz yönde. Tıpkı içinden çıktığı El-Kaide gibi DAEŞ de ABD nefretinden doğan bir hareketti. 

Peki DAEŞ nerede, ne zaman ve nasıl kuruldu?

DAEŞ 2013'te ilk olarak Irak'ta ortaya çıktı ve resmi olarak 2014'de kuruldu. Fakat DAEŞ'in kökleri son on yıl içinde Irak'taki ABD işgaline karşı direniş gruplarına dayanıyordu. ABD Irak'ı işgal edince merkezi otorite parçalandı Kürtler ve Şiiler ABD ile işbirliği yaparken Sünni Araplar dışlandı. ABD, Kürtler ve Şiiler Saddam döneminin faturasını Sünni Araplar'a kesiyordu. ABD ve Şii grupların Irak'ın Sünni kesiminde sebep olduğu ihlaller çok fazla idi. Kaçırmalar öldürmeler yargısız infazlar toplu cinayetler, toplu tecavüzler... En azından Ebu Garip hapishanesi skandalını hatırlarsınız. 

Bu yüzden 2003'ten sonra El-Kaide Sünni şehirlerde hızla gelişti. ABD ve Şiilerle sıcak temas buradaki el-Kaide kolunu daha da agresifleştirdi ve El-Kaide'den kopmasına sebep oldu. İlk zamanlar başında Zerkavi adında bir adam vardı ve kameraların önünde kafa kesiyordu. 2006'da ABD tarafından öldürüldü. İşte bu ekip Irak'ta yaşananlardan sonra ve özellikle Arap baharında Suriye'de Sünni kesimin ezilmesi üzerine yükselişe geçti. Yaklaşık bir yıl içinde Irak'ın ve Suriye'nin üçte ikisini ele geçirdi. Fakat ilginçtir hem Irak'ta hem de Suriye'de DAEŞ'ın yükselişi önlenemediği için ABD müdahale etmek zorunda kaldı. Önce DAEŞ'e karşı Irak'ta ABD Kürt ve Şii gruplarından oluşan bir koalisyon kuruldu. ABD mütemadiyen bombalıyor, Şii ve Kürtler de karada savaşıyordu ve bu şekilde DAEŞ Irak'tan çıkarıldı. Sonra ABD bu planı Suriye'de tekrarladı. Çünkü Suriye'de Rusya/Esed/İran/Şii blokuna rağmen çıkarılamıyordu. Yine ABD yoğun bombardımanı ve Kürtlerden kurduğu SDG ile ve diğer taraftan Esed/Rusya/İran/Şii blokunun saldırısı ile Suriye'den tasfiye edilebildi. 

Fakat izlediğimiz haberlere göre DAEŞ Suriye'de yine ortaya çıkmış. Özellikle Gazze saldırısından sonra küresel cihatçılar yeniden güç kazanıyor. 

Şimdi DAEŞ'in başlangıçta beslendiği iki motivasyon vardı. ABD/Batı düşmanlığı. Bu nefret had safhada idi. İntikam olsun diye yakaladıkları batılı turistleri kameraların önünde infaz ediyorlardı. İkinci nefret motivasyonları da Şiilere karşıydı. Ama bu da tek taraflı değil, çünkü Şiilerde de Sünnilere karşı böyle bir nefret vardı ve halen de var. Birinin mezhepçiliği ötekinin mezhepçiliğini besledi. Ancak burada İslami açıdan baktığımızda bir paradoks görürüz. Nefrete dayalı bir cihat olamaz. Çünkü cihat nefreti tatmin etmek veya intikam almak için yapılmaz, adaleti tesis etmek için yapılır. Bu da düşmanın hakkını hukukunu koruyabildiğin oranda sağlanabilir. Dostlara merhamet ve bağışlayıcılık vardır. Adalet ise düşmanın için vardır. Düşmanına karşı adil olamayan bir hareket eninde sonunda çirkinleşir ve zalimleşir. IŞİD'in sonu böyle oldu. Bu nefret dalgası onları sardı. Hatta kendilerinden olanlara da aynısını yapmaya başladılar. Bu söylediklerim kısmen El-Kaide için de geçerli. Fakat el-Kaidenin başında Eymen Zevahiri adında bir adam vardı. Daha makul mutedil bir adam olduğu için Kaide'nin İşidleşmesini nispeten önleyebildi. 


6) Hadis tahrifatını ABD/İsrail/İngiltere mi yapıyor?


Tabi ki hayır. ABD/İsrail/İngiltere Müslümanlığın tahrifatından bile nefret eder :)

Çünkü onlara göre zaten dinin kendisi de tahriftir/muharreftir. Kuranın da çalıntı ve pespaye olduğunu düşünen bir anlayış Kuran'ı hangi tahrifle değiştirmeye çalışacak ki? Ona göre o Kuran zaten en büyük palavradır. Dolayısı ile onlar bizim tahrif dediğim şeyi de bizim doğru dediğimiz şeyden o kadar iyi ayıramazlar. 

Bizim ise bugün daha büyük sorunlarımız var. İçimizde kendini modern sanan cahil bir kesim var ve bunlar dinin kaynaklarını kafalarına göre (Kuran "heva"larına göre diyor) düzenliyorlar: "O hadis rivayet, O sahabe (mesela Ebu Hureyre) yalancı, o alim (mesela Buhari) uydurmuş, o Mevlana sapık, o tefsir hurafe, o görüş atalar dini, o namaz kuranda yok, o başörtüsü uydurma ..."

Ee 1400 yıldır herkes yanlış biliyordu da doğrusunu sana Allah mı indirdi. Bu kesim son derece yobaz bir kesim ve yobazlıkta emin ol Kadir abiye beş çeker :)

Artık şunu anlamamız lazım. Hadis olmadan din olmaz. Bu şuna benziyor. Ben anayasa dışında hiçbir kanunu tanımam denilebilir mi? Bütün kodeksi reddediyor adam. Sadece anayasaya dayanarak tüm kanunlar tüm yönetmelikler reddedilerek bir devlet yönetilebilir mi? Ya bırak kanunu reddetmeyi, yeri geliyor birinci derece mahkemesinin bir içtihadı bile hukuk sistemi için çok değerli hale gelebiliyor. Hakim/mahkeme de kimmiş, ben anayasada yazmayan bir şeyi tanımam diyen birine ne dersin? 

Onun için aklı başında bir kişi bu topa hiç girmemesi lazım. Bakın hadislerde çok büyük hikmetler var. Cevher değerinde binlerce hadis var ve inanılmaz hikmetler barındırıyor. Lütfen güzel bir hadis kitabı bulup okuyun. Mesela İz Yayıncılıktan çıkan 3 ciltlik Rüdani 14 hadis kitabından derlenmiş güzel bir çalışmadır.



Paylaş:

24 Eylül 2024 Salı

Esed "genel af" (!) ilan etmiş

Esed 2024'ten önce işlenen suçlar için yeni bir genel af çıkarmış. Aftan faydalanmak için yurtiçinde olanların 3, yurtdışında olanların da 4 ay içinde teslim olması gerekir. 

Tabi ki bu af şu anda Esed hapishanelerinde olanları kapsamıyor. Mademki af çıkarmak istiyor önce hapishanede tuttuğun insanlara bu affı uygulaması gerekmiyor mu?

Esed 2011'den 2023'e kadar 22 kez "af kararnamesi" yayınladı. Tüm bu "genel af" kararları boyunca daha önce keyfi olarak tutuklanmış 7351 kişiyi serbest bıraktı. Bu oran Suriye rejiminin 13 yıl boyunca toplam tutuklu ve kayıp sayısının %5'inin altındadır.

Esed rejiminin hapishanelerinde hala 135,253 tutuklu kişi bulunmaktadır. Ayrıca rejimin keyfi gözaltı ve zorla kaybetme operasyonlarına ara vermediği de unutulmamalıdır. 

Esed'in çıkardığı bu sayısız "genel aflar"dan, rejimin hapishanelerinde bulunan 3,696 çocuk tutuklu ve yüzbinlerce siyasi tutuklu da yararlanamadı.

Kaynak: Veriler "10'lar Medya"dan alındı



Paylaş:

27 Temmuz 2024 Cumartesi

20 Soruda Sokak Köpekleri Sorunu

1) Başıboş köpek sorunu nedir?

- Son bir kaç yılda sokak köpeklerinin nüfusunda gözle görülür bir artış yaşandı. Bazı yerlerde köpeklerin sürü halinde gezmesi sosyal hayatı tehdit etmektedir. Popülasyonun artışına bağlı olarak köpek saldırısı, ısırma ve kudüz vakalarında da istatiksel bir artış görülmektedir. Bununla birlikte kamuoyunda giderek dozu artan bir tepki bulunmaktadır. Özellikle bazı kişiler bu konuda ciddi kampanyalar yürütmektedir. Örneğin twitter'da takipçi sayısı yüzbinleri bulan bazı kişilerin neredeyse tüm paylaşımları köpek karşıtlığına dönüşmüştür. Haliyle sosyal medyadaki bu etkinlik sokaklarda yaşananlardan çok daha etkili olmakta, kamuoyunu ve hükümeti etkilemektedir.

 

2) Ne yapılmak isteniyor? Sorun ve çözüm nedir?

Mevcut "Hayvan haklarını koruma kanunu"nda değişiklik yapılması isteniyor. Mevcut kanuna göre başıboş köpekler için "yakala-aşıla-kısırlaştır-sal" prensibi uygulanmaktayken yapılmak istenen değişik ile "yakala-barınağa al-rehabilite et-sahiplendir veya uyut" şeklinde uygulanmak isteniyor. Kesin olarak yapılmak istenen şey, sokaklarda hiçbir başıboş köpeğin varlığına izin verilmeyeceğidir. Ancak bu çözüm bu şekilde uygulanırsa milyonlarca köpeğin itlaf edilmesiyle sonuçlanabilir. Çünkü şu an mevcut barınak kapasitesi dışardaki başıboş köpek sayısının %10'undan daha az. Dolayısı ile bu hayvanları itlaf etmeden sokaklardan temizlemek mümkün değil.

 

3) Başıboş köpekleri sayısı nedir? Neden bu kadar çoğalıyorlar?

Türkiye’de resmi verilere göre 1,3 milyon köpek bulunmaktadır. Bunlar yakalanıp küpelenmiş olanlardır. Ancak 4 milyon başıboş köpek olduğu tahmin ediliyor. Son yıllarda sayılarında ciddi bir artış olduğu gözleniyor.

Köpekler insanların ürettikleri çöpler ve bu çöplerin etrafında oluşan haşereler ile besleniyor. Dolayısı ile nüfusunun artışı sadece serbestçe çiftleşiyor olmalarından kaynaklanmaz. Besin zinciri geliştikçe bunların nüfusu da gelişir. Bizim son yıllarda ürettiğimiz organik çöplerimiz arttığı için köpek nüfusu da artmaktadır.

Çöplerin kontrol altına alınmadan sadece köpeklerin ortadan kaldırılması şehirlerdeki haşere popülasyonunu patlatabilir.

 

4) Hayvanseverler sosyal medyayı ayağa mı kaldırıyor?

- Hayvanseverler elbette hayvan haklarının korunması ve köpeklerin uyutulması çağrılarına karşı kampanyalar oluşturuyor. Ama bu tek taraflı değildir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi köpeklerin komple itlafını savunan kişilerin bu konuda yaptıkları kampanyalar, çıkardıkları gürültü ve tantanalar daha az değil. Sürekli köpek saldırılarını içeren anonim videolar bulup paylaşıyorlar. Twitter hesabının tüm paylaşımlarını buna ayıran insanlar var. Dolayısı ile bu iki taraflı bir durumdur.

 

5) Mama lobisi kimdir?

- Köpek karşıtı grubun kullandığı argümanlardan biri de "mama lobisi"dir. Peki bu mama lobisi kimdir? Mama üretici firmaları ve hayvan haklarını savunan STK'lar, dernekler... En son "Masak raporu ile mama lobisi deşifre oldu" diye bir haber servis edildi. Haber ulusal basın organlarından sadece Yeni Şafak'ta çıktı. Bu habere göre söz konusu STK'ların mama üretici firmaları ile finansal ilişkileri ortaya çıkmış. Ancak haberde kimin kime para artardığı belirsizdir. Örneğin STK'lar halktan topladıkları paraların bir kısmı ile mama almışlarsa bu durumda STK'lardan mama üreticilerine finansal hareketler normal ve yasaldır.

Bana göre bu "mama lobisi" ifadesi bir tür propaganda aracıdır. Çünkü halkımız bu tür lobilerden nefret eder ve doğru olup olmadığını test edebilecek bir birikime sahip değildir.

 

6) Başıboş köpekleri mama lobisi mi destekliyor?

- Tam tersi. Sokak köpeklerinden mama üreticilerinin nasıl bir faydası olabilir? Mama üreticilerinin asıl müşterileri petşoplar ve sahipli hayvanlardır. Bu durumda sokak köpeklerinin kaldırılması ve sahiplendirilmesi mama üreticilerinin daha çok işine yaramaz mı? Örneğin normal insanlar sokaktaki köpekleri beslemek için mama almıyorlar. Ama o köpekleri sahiplenip evine alırsa o zaman onu düzenli olarak beslemek zorundadır. Onun için kendine et, tavuk, balık aldığın gibi köpeğine de mama alman gerekir. Dolayısı ile sahiplendirme ile sonuçlanacak köpek karşıtı kampanya aslında tam olarak mama lobisine hizmet edebilir.

 

7) Hayvan hakları savunuculuğu yapıp zimmetine para geçiren dernek ve STK’lar için ne diyeceksin?

Bu da hayvanların değil, insanların kötülüğünü gösterir. İnsanlar birçok iyi şeyi suistimal ederler. Örneğin yoksullara yardım toplayıp dağıtmak için kurulmuş birçok dernek vardır. Bunların hepsi gerçekten topladıkları yardımların tümünü yoksullara dağıtıyorlar mı?

 

8) İtetapar, köpekperest kimdir?

Üzüntü ile duyduğum sözcüklerdir. Köpek karşıtları hayvan haklarını savunanlara bu şekilde hitap ediyor. Bu kadar saldırgan ve töhmetçi bir toplum olmamalıyız. Mesela ben bir müslüman olarak bana göre sırf sokakları temizlemek için köpeklerin öldürülmesi bir cinayettir. Bu köpekler de tüm canlılar da Allah’ın mahluku ve kullarıdır. Ayette “ve izal vuhuşu huşiret” diyor. Mahşer gününde vahşi hayvanlar bile diriltilip hesaba getirilecek. Elbette mahşer gününde onların bir sorumluluğu yoktur ve sorumlu olan tek varlık insandır.

Bana gelince ben bir köpek sever değilim. Hatta hayvansever bile değilim. Hayatımda hiçbir hayvan beslemedim. Şafi kökenli olduğum için hayatımda hiçbir köpeğe dokunmadım. Ama merhamet etmek başka bir şeydir. Bir köpeğe merhametiniz yoksa siz nasıl Müslümanlarsınız? Adalet bizim sevgimizle alakalı değildir. Sevmediğin bir kişinin veya bir canlının dahi hakkını savunamıyorsan adaletten nasibini almamışsın demektir.

 

9) Hadiste köpekleri öldürün demiyor mu?

- Hiçbir hadis "bakamayacağınız köpeklerin tümünü öldürün” demiyor. Ayrıca saldırganlık göstermeyen hayvanların öldürülmesi de dinen yasaktır. Hadislerde vahşi saldırgan ve kudüz köpeğin öldürülmesi emredilmiştir. Yine de bu hadisler muvakkat ve meşruttur. Yani bu emirler belirli koşullar altında ve geçici olarak verilmiştir. Kuran’da da "kafirleri bulduğunuz yerde öldürün” diye bir ayet vardır. Niye her bulduğunuz kafiri öldürmüyorsunuz. Elbette o ayetler savaş ortamı ile ilgiliydi. Her zaman ve her koşulda geçerli değildir.

 

10) Köpekler saldırgan değil mi?

- Sokak köpeklerinin saldırganlığı nadirdir. Saldırgan olan sahipli köpeklerdir. Onlar da sahiplerini ve alanlarını korumak amacıyla bunu yapıyorlar. Köpeğin doğası bu şekildedir. Sokak köpeğinin ise savunacak bir sahibi ve bir mekanı bulunmadığından saldırganlık göstermezler. Bununla birlikte sokak köpeklerinin saldırganlık gösterdiği zamanlar da olabilir. Ancak bunun sebebini araştırın. Eğer köpekler insanlardan şiddet ve kötü muamele görmüşse onlar da saldırganlık gösterebilir.

Yine de saldırganlık gösteren barınaklarda toplanabilir. Bunlar tedavi ve rehabilite edilmeli. Saldırganlıktan vazgeçmiyorsa da veteriner onayıyla uyutulabilir. Yani itlaf edilebilir. 

Köpekler binlerce yıldır insanlarla birlikte simbiyotik bir ilişki içindeler. Köpekler, aslan, kaplan, pars, ayı, kurt gibi yırtıcı hayvanlardan farklıdır. Çünkü evrimsel olarak insanlarla uyum sağlamışlardır. Bu köpeklerle hiç sorun yaşamayacağımız anlamına gelmez. Hayat karmaşıktır. Kendi eşini çocuğunu anasını babasını kardeşini ve kendini öldüren insanlar bile var. Dolayısı ile münferit vakalar üzerinden köpekleri şeytanlaştırmanın lüzumu yok.

Burada düşünülmesi gereken şey şu olabilir? Bilimsel olarak ve istatistiki olarak başıboş köpeklerin insanlara karşı ve doğrudan kendi doğasından kaynaklanan tehdit oranı nedir? Saldırıların kaçta kaçı başıboş köpek ve sahipli köpek? Bu saldırıların kaçında insanların hataları mevcut. Başıboş hayvanlara köpeklere, kedilere yılkı eşeklere sık sık saldıran ve işkence eden çocuklar ve insanlar da var. Bazı köpek saldırganlıkları bundan kaynaklanıyor olamaz mı?

 

11) Sahiplendirme nedir? Sahiplendirme işe yaramaz mı?

- Yeni çıkarılmak istenen yasaya göre köpeklerin sahiplendirilmesi teşvik ediliyor. Köpekler barınaklara alınarak rehabilite edilecek ve hayırseverlerin sahiplenmesi için sergilenecek. Hükümet yetkilileri de hayvanseverlere çağrıda bulunarak sahiplenme için güçlü bir destek istiyor.

Bana göre bu uygulanması mümkün olmayan son derece saçma bir projedir. Hiç kimse sokak köpeğini evine almaz. Çünkü bu her bakımdan yanlış, tehlikeli ve uygun olmayan bir durumdur. Bir ay içinde bir sokak köpeği nasıl rehabilite edilir? Sen bir ayda onun tüylerindeki kirleri temizleyemezsin. Sokak köpeği sokaklarda doğmuş büyümüş zor şartlar altında mücadele ederek hayatta kalmış. Bir anda evin uyumlu süs köpeği olacağını nasıl düşünebilirsiniz?

Sokakta çocuğun için ve senin için tehlikeli olan köpek senin kendi evinde veya komşunun evinde tehlikeli olmayacak mı? Sokakta görmek istemediğin köpek senin veya komşunun evine gelecek. Gerçekten de köpek karşıtlarının istediği bu mudur?

Evlerde beslenen hayvanlar küçük ve özel cins hayvanlardır. Sokak hayvanları ise daha büyük ve zor şartlar altında bir yaşam sürmüştür. İnsanlara karşı güvensizdir. Alıp öylece evinde besleyemezsin. Çok ciddi uyumsuzluk çıkar. Ayrıca şu anda herkes apartman dairelerinde yaşıyor. Müstakil evler olsa tamam. Apartman dairesinin neresine koyacaksın köpeği.

Ayrıca evde köpek beslemek dinen de caiz değildir.

 

12) Bu sorunu çözmek hayvanseverlerin görevi değil midir?

Mevcut yasa değişikliği “sahiplendirme veya itlaf” gibi iki seçenek sunuyor. Böylece hayvanseverlerin sokak köpeklerini sahiplenmeleri ve kurtarmaları bekleniyor. Ancak bu bir şantaj pazarlığıdır. Çünkü bu hayvanların varlığı ve yaşama hakkı hayvanseverin sevgisine ve fedakarlığına bağlı değildir. Biz onları sevsek de sevmesek de onların yaşama hakkı var.

Ayrıca bazılarının dediği gibi “seviyorsan evine al besle” demek de son derece ırkçı ve faşist bir tutumdur. Senin ona zulmetme hakkın benim onu evime almamla ters orantılı değil.

 

13) Köpek saldırısı ile mağdur olanlar ne olacak?

- Bir köpek saldırdı diye tüm köpeklerin itlafını istemek adalet değil intikamdır. Bu konuda mağdurları ileri sürmek çirkin bir ajitasyondur. Burada “bir mağduru” dinleyerek tüm köpek türüne karşı karar almak mümkün değildir. Senin çocuğunu eşek tepse, eşeklerin itlafı kararı konusunda sana mı başvurmalıyız? Her gün trafikte evladını kaybeden yüzlerce acılı anne var. Trafik yasalarını çıkarırken onlara soruyor musunuz?  

Hayır yani bu benim başıma da geldi. 2007’de bir köpek benim çocuğuma da saldırdı. Belki hayatımın en kötü travmasıydı. Hayatımda hiç o kadar öfkelendiğimi hatırlamıyorum. Ama bir sokak köpeği değil komşunun köpeği idi. Sokaklardaki köpekleri kaldırıp bunları sahiplendirirseniz saldırganlıkların azalacağı anlamına gelmiyor. Tam tersine daha da artabilir. Çünkü sahipli köpekler başkalarına saldırır.

 

14) Köpeklerin saldırganlığına dair bir sürü video yayınlanıyor buna ne dersin?

- İstatistiki olarak köpek saldırısı çok azdır. Servis edilen videoların çoğu anonimdir. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir zamanda çekilmiş videolar sanki bugün burada bizim mahallede yaşanmış gibi sosyal medyada paylaşılıyor. Halbuki her haberde olduğu gibi bu videolarda da 5N1K (ne, nerede, ne zaman, nasıl, niçin, kim) uygulanması gerekir. Dolayısı ile bu tür videoların üzerine atlamak ve aslını astarını öğrenmeden hemen paylaşmak doğru değildir. Çünkü bu kadar köpek karşıtlığı yapmak da hayvan ırkçılığına girer.

 Bunun dışında köpeklere saldıran birçok insan videoları da var. İnsandan daha zalim bir varlık var mı?

 

15) Neden öldürülen çocuklara merhamet etmiyorsun da köpeklere merhamet ediyorsun?

Bu da başka bir çirkin ajitasyon. Merhamet herkes için gereklidir. Çocuğa da köpeğe de merhamet etmek gerekir. Elbette çocuklar köpeklerden daha önemlidir. Bir çocuğa saldıran bir köpeğin elinden bir çocuğu kurtarmak için gözümü kırpmadan o köpeği parçalayabilirim. Burada insanın üstünlüğü ve önceliği tartışılamaz. Ama konu bu değil ki. Konu herhangi hayvanın yaptığından dolayı alakası olmayan başka hayvanları da suçlamak doğru değildir.

Çocuklara merhamet etmek demek tüm köpeklere nefret etmek ve tümünden intikam almak demek değildir. Saldırgan bir köpekten dolayı saldırgan olmayan milyonlarca köpeğe acımasızlık göstermenin mağdur çocuklara merhamet etmekle bir alakası yoktur.

 

16) İtlere harcanacak para neden emeklilere harcanmıyor?

Dini bütün ağabeylerimizden kardeşlerimizden bunu da duyduk. Bu da başka bir ajitasyon. Bir şeyi yapmanın doğru olup olmadığı tartışılabilir ama bir şey alakası olmayan başka bir şey ile ilintilenerek kıyaslanması yanlıştır. Hayvanlara ait parayı emeklilere emeklilere ait parayı da ağaçlandırmaya harcayamazsın. Her birinin kendi önemi var. Bazıları da şöyle diyor: Neden hacca gidiyorsunuz da onu muhtaç olanlara dağıtmıyorsunuz. Bilader hac parası ayrıdır muhtaçlara dağıtılan sadaka ayrıdır. İşte bu da onun gibi gereksiz bir demogoji…

Hayvanlar bizim insan habitatımızın doğal üyeleridir. Sağlıklı olmalarını ve çevremizle uyumlu olmalarını temin etmek için bütçe ayırmanın kötü bir tarafı yok. Devletlerin büyük bütçeleri var ve hayvanların ıslahı ve rehabilitasyonu için ayrılacak olanı da devede kulaktır.

 

17) Sokaklarda başıboş hayvanlar artık var olmamalı

- Fert olarak millet olarak devlet olarak o kadar bilinçli davransaydık zaten bu noktaya gelmeyecekti. Biz Hindistan gibi yaşayıp Almanya gibi sonuç bekliyoruz. 😊

Türkiye’de sokak köpeklerinin tümünün ortadan kaldırılması zor. Bunu başarsak bile şehirlerimiz fareler sıçanlar ve yılanlarla dolabilir. Mesela bu sene (2024 yaz mevsimi) çok fazla yılan olduğu rapor ediliyor. İki hafta önce akşam tek başıma Midyat Millet Parkı’nda oturuyordum. Saat 12’den önce insanlar dağıldılar. Ben biraz daha kaldım. Tam gece 24:05’de 10 metre önemde 5 tane iri sıçan (fare, ceredon) ortaya çıktı 😊

Geceleri şehirlerimizi, sokaklarımızı kimin istila ettiğini biliyor muyuz acaba? İşte o sokak köpekleri büyük oranda bunlarla besleniyor. Köpekler de zaten genellikle gündüzleri uyurlar ve geceleri dolanıp beslenirler.

 

18) Sokak hayvanları hastalıklara sebep oluyorlar

- Bu da başka bir çelişki. Mademki sokak köpekleri hastalıklara sebep oluyorlar neden insanlardan bunları sahiplenmeleri ve evlerine almaları isteniyor?

Besili ve kümes hayvanlarından yayılan salgın hastalıkları daha fazladır. Çünkü insanlar bu hayvanlarla doğrudan temas halendeler. Halbuki sokak köpeği ile temas halinde değiliz ama onu evimize alıp, sahiplenip beslersek o zaman temas edecek ve hastalıklara sebep olabilecek. Aslında köpekler insanların çöplerini ve çöplerin etrafındaki haşereleri yiyor. Muhtemelen buna yapmasalar daha fazla hastalık olabilir.

 

19) Diğer ülkelerdeki durum nasıl? Almanya’da neden sokak köpeği yok?

- Amerika ve İngiltere’de sokak köpeği itlafı yaygındır. Amerika’da yılda 1 milyon cıvarında köpek itlaf ediliyor. Almanya’da ise bazı hayvanın tedavi edilemeyecek derece hasta olması, rehabilite edilemeyecek derece saldırgan olması gibi durumlar haricinde hayvanların itlafı yasaktır. Buna rağmen Almanya’da başıboş köpek bulunmamaktadır. Almanya’da hayvan sahiplendirme ile ilgili sıkı kurallar vardır. Hayvanlar barınaklara alınmakta ve nüfusu kontrol altında tutulmaktadır. Ama bence en önemli neden Almanya’da uygulanan çöp politikasıdır. Almanya’da atıklar ev içinde farklı çöp bidonlarına atılarak ayrıştırılır. Ayrıştırma evde başlar ve bu yüzden çöp geri dönüştürmede dünya lideridir. Çöpler kontrol altına alınabildiği için sokak köpekleri için şehirlerde bir besin zinciri bulunmaz.

 

20) Çözüm önerilerin nedir?

- Öncelikle şunu belirtmek gerekir. Kötü bir çözüme muhalefet etmenin başka bir çözüm sunmak gibi bir zorunluluğu yoktur. Yani diyelim ki sen kötü bir şey yapmak üzeresin ve ben de sana “bu kötüdür bunu yapma” diyorsam bunun için bir alternatif sunma zorunluluğu yok. Bununla birlikte bu soruna insancıl bir çözüm bulmak hepimizin sorunu ve zorunluluğudur. Bu ikisini karıştırmamak gerekir.

Türkiye’de düzgün işleyen bir çöp/atık politikası oluşturulmalı ve hem kurumlarımız hem de halkımız bu konuda bilinçlenmeli ve işbirliği yapmalıdır.

İkincisi bu hayvanların kontrol altına alınabilmesi için bu konuda daha fazla ödenek harcanmalı. Tüm hayvanlar yakalanarak küpe takılmalı. Böylece her hayvanın kimlik numarası ile bir veritabanına bağlanarak aşıları, vukuatı vs kontrol altında tutulmalıdır. Belediyelerin bu konuda iyi çalışan bir ihbar hattı olmalı.

Dişilere spiral takılması, kısırlaştırma gibi yöntemlerle nüfusu ve doğumları kontrol altına alınmalı. Şu ana kadar yasal olarak yapılan buydu ama pratikte o kadar uygulanmıyor.

Toplum hayvanlara karşı bilinçlendirilmeli ve hayvanlara karşı saldırganlık ve işkence de önlenmeli. Çünkü bu kötü muamele hayvanları saldırgan hale getirebilir. Sen kaldırımda yatan köpeğe bir tekme atarsın ve o da gider başka birini ısırır.

 


Paylaş:

17 Nisan 2024 Çarşamba

İnsanın yaşam süresi neden artıyor


İnsanın ortalama yaşam süresi arttı. Son kırk yıl içinde ortalama yaşam süresi 20 yıldan fazla arttı. Bundan sonraki 40-50 yıl içinde de ortalama yaşam süresinin 100'ü bulacağını düşünüyorum.

Şimdiki artışın sebebi temiz suya erişim, temiz ve hijyen gıda, daha iyi ve daha düzenli beslenme, daha iyi ısınma, daha iyi giyinme ve daha konforlu bir yaşam sürme. Bunda geçmiş dönemlere oranla savaşların azalmasının de etkisi var. Yine küresel ısınma ile mücadele, pestisitlerin (tarımda kullanılan kimyasal böcek ilaçları) kullanımının sınırlandırılması vb. nedenler var. Genel sağlık hizmetinin yaygınlaşması da çok önemli bir faktördür. Herşeyden önce insanların refah düzeyi arttı. Kötü koşullarda yaşayan insanlar bir an önce ölmek ister, iyi koşullarda yaşayan insanlar biraz daha yaşamak ister. Dedem vefat ettiğinde 96 yaşındaydı ama emekli maaşı olsaydı herhalde 100'ü rahat geçerdi 😃

Bundan sonra büyük ve yıkıcı bir savaş filan olmazsa önümüzdeki 50 sene içinde insanlar daha da eğitimli ve bilinçli olacak. Yürüyüş, spor, egzersiz bilinci daha da yaygınlaşacak. Küresel ısınma ve çevre koruma bilinci artacak. Fosil yakıtları azalacak ve yenilenebilir enerji kullanım oranı artacak. Böylece daha temiz bir hava soluyabilecek. Genel sağlık hizmetleri de şimdikinden daha iyi hale gelecek. Yapay zekanın ilerlemesi ve kullanım alanlarının genişlemesi insanların yaşam kalitesini olumlu yönde etkileyecek.

Netice itibarıyla şu anda ortalama yaşam süresi 80 cıvarında. Bunun 90 ve 100'e çıkacağını bekliyorum.

Sizin görüşünüz nedir? Yorumlara yazabilirsiniz

Paylaş:

7 Nisan 2024 Pazar

Neden ekonomide Alman Japon Çin mucizesi olur da Türk mucizesi olmaz


Ekonomik olarak bir Alman, Japon veya Çin mucizesinden bahsedilebilir. Peki neden bu ülkeler ekonomik mucizeler gerçekleştiriyorlar?

Bizim yerel Arapça'da cimriler için argo bir deyim var: "Yıneşşıf harahu u yekılu" (pohunu kurutup yiyor). 😆 Yani sinekten yağ çıkaran aşırı tasarrufçular için kullanılır. Bu milletler de böyle bir kültüre sahipler işte. Ee bu kültür hem halka hem de devlete etki eder. Böylece insanlar, toplumlar ve devletler kazandıklarından daha az harcadıkları için zenginleşirler.

Peki biz Türkler ve Ortadoğu'nun milletleri böyle miyizdir? Biz para olunca da harcamayı ve şatafatı severiz. Onun için zenginleşme eğilimi gösteren bizim bütçelerimiz değil, tüketim alışkanlıklarımızdır. Bizim gibilere de yine yerel Arapçamızda "cıb maksor" (kırık kuyu) denir. Kuyu yalıtılmadığı için su tutmaz.

Türkiye'nin cumhuriyetten bu yana finansal rakamlarına baktığımızda şunu görürüz. Büyüme var, ama bu büyüme yatırımlara değil, tüketim harcamalarına gidiyor. Kamu harcamaları her zaman daha çok büyüyor. Paramız olunca saraylar yapmaya başlıyoruz. Osmanlı'dan beri değişmeyen bir alışkanlığımızdır. Osmanlı dış borç olarak aldığı parayla bile saray yapmıştır.

Geçenlerde Osmanlı iktisat tarihi ile igili bir tabloda gördüm. Yükselme döneminde ve imparatorluk döneminde de devletin harcama bütçesi gelir bütçesinden fazla görünüyor. Bu bizde kalıtsal bir durum. Muhtemelen tarih öncesinden beridir böyleyiz.

Yapmamız gereken tek şey, "ayağını yorganına göre uzatmak" ve kazandığımızdan daha az harcamaktır. Bu saatten sonra böyle bir bilinç ve kültür oluşturabilir miyiz ondan da emin değilim.

Paylaş:

2 Nisan 2024 Salı

Budizm Tasavvuf ve Islam'a göre Rabıta

Cüppeli rabıta'nın müteveffa büyük şeyh Mahmut Efendi'ye yapılması konusunda ısrarını sürdürdüğü videoların birinde şöyle diyor: "Bunlar kendilerini Hasan Efendi sonrasına hazırlıyorlar. Peki ondan sonra kime yapılacak rabıta size mi? Milletin karısının kızının düşüne siz mi gireceksiniz?"

Aynen böyle bir ifade kullandı. Bu kendi değerlerine karşı çok inançsızca bir laftı bence. Evet ama aynı şey Mahmut Efendi için de geçerli değil mi? Mahmut Efendi milletin karısının kızının düşüne girebilir ama Hasan Efendi veya Ahmet Efendi giremez. Neden? Mahmut Efendi beşer değil mi? Yoksa beşer üstü mü?

***

Rabıta'nın Budizm'den geldiği söyleniyor. Açıkçası bu iyi bir araştırmayı gerektiriyor ve bu konuda popüler bilgilere dayanarak bir yargıda bulunamam. Fakat Budizmdeki meditasyon ve bizim tarikatlardaki rabıta arasında bazı karşılaştırmalar yapabilirim.

Rabıta kişinin kendi zihninde canlandırdığı kusursuz bir kişi ile hayal dünyasında bağ kurması ve onu kendi hayal ve imge dünyasında canlandırmasıdır. Sofiler genellikle kendilerini cennet ile cehennemin arasında mahşerde tasavvur ederler. Kandil gibi parlayan yüzü ile şeyh hazretleri gelir ve sizin elinizden tutarak sizi cehennemden kurtarır, size manevi gücünden feyiz aktarır. Hergün böyle bir senaryoyu zihninizde canlandırıyorsunuz.

Rabıta ve imajinasyon (zihinde canlandırma) ruhsal gücü arttırmak için önemli ve güçlü bir yöntemdir. Şimdi bizdeki rabıta malesef sofinin manevi ilerleyişini temin etmek için değil, müridin şeyhe mutlak, kesin ve sürekli bağlılığını temin etmek için uygulanıyor. Dolayısı ile müridin gelişip tıpkı şeyhi gibi bir insan-ı kamil olması beklenemez. İşte bu da şirke yakın bir durumdur. Çünkü şeyh senin cinsinden bir beşer değil, mutlak ve erişilemez biridir ve senin de ona mutlak ve kayıtsız bir şekilde bağlılık ve itaat göstermen gerekir. Halbuki mutlak bağlılık ve itaat yalnızca Allah'a ve peygamberlerine gösterilebilir, hiçbir alime hiçbir mürşide mutlak itaat gösterilemez. Hiç kimseye böyle bir paye verilmemiştir.

Budizm'de ise meditasyon daha çok içsel sessizlik olarak yapılıyor. Genellikle zihinde bir canlandırma yapılmaz. Fakat imajinasyon yapıldığı durumlar da var. Bu durumlarda da Lotus çiçeğinin üzerinde oturan Buda veya diğer budist ikonalar hayal edilerek zihinde canlandırılır.

Fakat Budizm'deki imajinasyon İslam'a daha uygundur. Çünkü orada hiçbir insanı, hiçbir beşeri kendinin üzerine çıkarmıyorsun. Hatta Budizm'de şöyle bir söz vardır: "Eğer yolda Buda'yı görürsen onu öldür." Evet çok manidar bir sözdür. Seyr-i sülukta Buda'ya erişirsen onu öldür, çünkü o artık bir nesnedir. Hadi söyleyin bakalım sevgili sofiler, İslam'ın ruhuna uygun olan bu değil mi?

Bir zaman Gurdjiyeff'in bir kitabında okumuştum ama şu an hangi kitaptı hatırlamıyorum. Gurdjiyeff "zihninizde kendi kemale ermiş halinizi tasavvur ediniz" diyordu. İşte rabıta için bu zihinsel canlandırma çok daha iyi. Allah'ın sizi yaratmış olduğu kalıbınız içinde olabilecek en iyi, en doğru, en akıllı, en cesur, en adil, en merhabetli, en takvalı ve en mükemmel halinizi... Zihninizdeki bu en iyi halinizi sürekli daha iyi hale getirip onunla bağ kurarsınız.

Yapacaksanız böyle bir rabıta yapın!



Paylaş:

Blog Arşivi

İletişim

Ad

E-posta *

Mesaj *